Tarihi Olaylara Vurgu Olarak Aleviliğin Kısa Bir Tarihi: Türkiye’de ki Geçmişi İçerisinde Gündem Olarak Nasıl Yer Aldı?

Yayınlandı: 15 Ekim 2016 / Dosya Konularım, Haberlerim
s-534fad5d9d268d614e4c9b77cc93a654a92555b0

Aleviler

Türkiye’nin bir parçasıdır Alevilik. Tarihin çeşitli dönemlerinde siyasi olarak, dini olarak büyük tartışmaları çevresinde döndürmüştür. Büyük çatışma ve tartışmaların odağında olmuş, siyasete yön vermiş ve devletlerin içerisinde kendisine önemli bir yer edinmiştir.

Alevilik Türkiye Cumhuriyeti içerisinde de hem yapısal hem de konjontürü itibariyle ciddi bir yere sahiptir. Siyasetten eğitime, medyaya kadar farklı alanlarda çeşitli konuları tartışılmıştır.

Konuyu Baştan Ele Almak Gerekirse Aleviler Kimdir? Peki ya Alevilik Nedir?

 

Aleviliğin hayatımda bir farkındalık oluşturduğu yıllar ergenlik zamanıma rastlar…

Bir arkadaşım bir kızdan hoşlanıyordu. Ancak kız ile arkadaşlık ilişkisi istediği yönde gitmemiş, sarpa sarınca da kızın Alevi olduğundan dem vurup hakkında ileri geri konuşmaya başlamıştı…

Kavramı bilmiyordum. Çok gençtim ve kızın neden “Aleviliğinden” dem vurup bu yönde kötü konuşuyordu? Nedenini bile sorgulamamıştım…

Aradan yıllar geçti ve gazeteci olmaya karar vererek kendimi geliştirmeye verdim. Çeşitli siyasi tarih kitapları okuyordum. Yaşadığım Dünya’yı anlamak ve tanımak istiyorum çünkü. Kim, nerede, ne için ölüyor bu Dünya’da?

Siyaset kitapları beni dini kitaplara yönlendirdi. Dini kitaplarla birlikte tarih araştırmaları geldi. İşte film burada koptu. Tarihin içine girdiğiniz bir yer vardır ya hani. Sırayla İslam tarihini araştırırken adını her zaman duyduğum ama detayını bilmediğim bir konu karşıma geldi.

Kerbela…

Kerbela araştırmasıyla birlikte kendimi koca bir tarih akışının içinde buldum Bu konuda belgeseller, filmler izledim. Mezhepler, çatışmalar, suikastler karşıma çıktı… Güce sahip olmak ve elde tutmak için insanların neler yapabildiğini dehşetle okudum. Zaten Kerbela ile birlikte araştırma konusu çok derin olan müthiş bir yelpazenin içerisine girdim.

Konuların akışı beni İslam tarihi ve Dört Halife dönemine götürdü. Dört halife dönemiyle birlikte baskın olacak şekilde Hz.Ali, Hz.Ebubekir, Hz.Hasan, Hz.Hüseyin, Muaviye, Yezid, Mervan ve diğer tarihi kişiler detaylı bir şekilde karşıma geldi.

Şunu anladım ki bu konuları günümüz Türkiye’si ile yorumlamak gerekiyor. Çünkü bugün tartışılan dini konuların temel ayrımları o günlerde yaşanmaya başlıyor. Zaten din olgusu siyasetten spora, kültür sanattan müziğe kadar çok alanı etkilediği için insanların yaşam biçimini çok derinden etkileyebilecek bir kavram. Kimin kimi seveceğine, kimi sevmeyeceğine de argümanlar getiriyor…

Kısaca din toplumu etkiliyor. Ülkeyi dizayn ediyor.

Peki bizim Alevi olan kız, bizim arkadaş oğlan tarafından neden sevilmiyordu?

Bunun cevabı tarih akışı içinde bulunuyor.

Anlatayım…

 

MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ AYRIŞMA DAHA HZ.MUHAMMED’İN ÖLDÜĞÜ GÜN BAŞLADI

Ortadoğu ve Arap toplumları yaşadıkları coğrafyalarda yönetim için daima peşine takılacakları bir lider aramıştır. Tek adamla yönetilmeyi severler. Zaten tarihleri içerisinde de demokratik bir sistem değil, biat kültürü hakimdir.

Durum şudur…

Hz.Muhammed hayatının sonuna geldiğinde Allah’ın kendisine verdiği İslam’ı tebliğ görevini tamamlamış ve ardında kıyamete kadar sürecek bir din, yeni bir hayat sistemi ve kendisinin kurup büyüttüğü bir güçlü bir İslam Devleti bırakmıştı.

Ancak İslam peygamberi ölür ölmez, daha cenazesi bile kaldırılmadan içerisinde yaşadığı topluluk hemen devletin başına birisini aramaya başlamıştı. Seçtikleri kişi de Muhammed’in yakın dostu ve kayınpederi Ebubekir oldu. Ebubekir bu aciliyeti pek istemese de yine de halifeliği kabul etmiştir. Halifeliğinin karar sürecinde de Ali, Peygamber’in evinde cenaze işleri ile uğraşmaktaydı.

Dolayısıyla Ebubekir’in İslam Devleti’nin resmi olarak başına geçmesine ve halifeliğe kabulünde Ali’nin haberi ve bir onayı olmamıştır. İşte bu yüzden toplumda hemen bir kargaşa baş göstermeye başlar zaten. Bazı sahabeler halifeliğin asıl olarak Ali’nin hakkı olduğunu söyler ve mevcut iktidara karşı çıkmaya başlar. Bu kişiler devlet sistemi içerisindeki ilk muhalif kesimdir.

 

zulfikar-kilici

Zülfikar

Bu muhalif kesime göre peygambere akrabalık ve kabile konumu itibariyle, liderlik gücü ve Kureyş ile bağından ötürü Ali iktidarın haklı adayıydı. Peygamber’in elinde büyümüş, ilmini ondan almıştı. Daha hayattayken cennetle müjdelenmiş, savaşlarda inanılmaz hizmeti ve gösterileri olmuştu. Ehl-i Beyt’in en güçlü ismi oydu. Ancak Ali taraftarlarının kabul etmemesine rağmen Ebubekir devletin yönetimini aldı ve iki yıl boyunca halifelik yaptı.

Ebubekir’i halife olarak ta 10 yıllık süreci ile Ömer, 12 yıllık süreci ile Osman’ın halifeliği izler.

 

DÖRT HALİFE DÖNEMİ BOYUNCA YÖNETİM KRİZLERİNİN AŞILMASI İÇİN BÜYÜK ÇABALAR SARFEDİLDİ

Taraflar arasındaki temel ayrışmaların tohumlarının atımı bu zaman diliminde gerçekleşmişti. İslam’ın tebliğ edilmiş olan sistemine işte o günlerde maddeci insan eli girmeye başladı. Toplumsal örgütlenmeler olmaya başlayınca insanlar çıkarlarına uygun olan düşünceleri Allah’a, peygambere mal etmeye başladılar. Peygamber’e ait olduğu kesinlik taşımayan sözler de hadisler olarak bir araya getirildi ve uygulanması kabul edildi. Ayrıca peygamberin günlük hayatına dair ibadet, davranış ve hareketleri de sünnet adında toplumda kabul edilmiş bir şekilde uygulamaya konuldu.

Bu arada İslam Devleti’de gelişmeye başlamış ve güçlü bir şekilde tarih sahnesinde ilerliyordu.

Ebubekir, Ömer, Osman, Ali… Birbiri ardına göreve gelen İslam’ın büyük isimleri halifelik görevlerini yürütmeye başladılar.

Ancak…

Zaman hiçbir şeye acımadığı gibi bu dört isme de acımamış ve ömürlerini tamamlayan halifeler bir bir ahiret hayatına göç etmeye başlamıştı. Böylelikle artık mevcut otoritenin kontrolü konusunda arkalarından gelen jenerasyon arasında anlaşmazlıklar yaşanmaya başladı. Oğulları arasında büyük mücadeleler yaşandı. Toplum genel olarak ikiye bölünmüştü. Ali’nin oğlu Hüseyin destekçileri ile Ebu Süfyan oğlu Muaviye tarafı.

 

HZ.ALİ’DEN SONRA MUAVİYE İSLAM DEVLETİ’NİN BAŞINA GEÇİYOR

Ebu Süfyan direnebildiği son anına kadar İslam’a karşı olmuştu. Ancak Mekke’nin Müslümanlarca fethinden sonra o da Müslümanlığa geçti. Zaten Ebu Süfyan şan şöhret, makam ve mevkiye düşkün bir isimdi. Oğlu Muaviye’yi özellikle rica ederek peygamberin vahiy yazıcılarından yaptırmıştı. İşte o Muaviye daha sonraları Şam’a vali olmuş, Ali’nin ölümünün ardından da oğlu Hasan ile savaşmış, daha sonra onun biatını da alarak halife olarak devletin başına geçmişti.

Hasan’ın halifeliği Muaviye’ye bırakmasının şartları şöyle oldu. Muaviye öncelikle Kuran ve sünnete uyacak, Hasan’ın yandaşlarından olan kişilerden intikam almak için peşlerine düşmeyecek ve kendisinin ölümünden sonra halifelik tekrar Hasan’a, eğer hayatta değilse kardeşi Hüseyin’e geçecekti. Muaviye şartları kabul etti…

Ancak kısa bir zaman sonra iktidarına gelecekte tehdit içerebileceği ve kendisini sıkıntıya düşürebileceğini düşündüğü Hasan’ı karısı Cude’ye zehirletti. Karısının Hasan’ı zehirlemesinin sebebi de görevi başarırsa Halife Muaviye’nin oğlu Yezid ile evlenebileceği vaadi ve 100 bin dirhemlik parayı almasıydı. Cude görevi başardı. Ancak hemen ardından da vaat edilen şeyleri talep edip Muaviye’yi sıkıntıya düşüremeden yine onun tarafından öldürüldü.

Muaviye 19 yıl boyunca halifelik yaptı. Ölmeden önce de devletin yönetimi ve halifelik görevini Hasan ile yaptığı antlaşmasına uymayarak oğlu Yezid’e bıraktı. Bu karar da katliamlar getirecek bir sürecin başlangıcı oldu…

 

YEZİD HALİFE OLUNCA HÜSEYİN’İ KENDİSİNE BİAT ETMEYE ZORLADI

Yezid babasından biraz olarak aldığı halifeliği kişisel tatmin, eğlence ve hırslarıyla Şam’da yönetmeye başlamasıyla birlikte Medine Valisi Velid’e Hüseyin’e yönelik olarak asıl halifenin kendisi olduğuna dair bir mesaj gönderir. Ayrıca Hüseyin’in kendisine gelerek biat etmesini ya da valilik üzerinden kendisine biat etmesini, aksi halde bunu canlarıyla ödeyeceklerini söyler. Ancak Yezid’e biat etmek Hüseyin’in kabul edebileceği bir hareket olmaz. Çünkü abisi Hasan’a bile Muaviye’ye ettiği biatın ardından çok gönül koymuş ve “biz Ali’nin oğulları olarak Muaviye’ye nasıl biat ederiz? Sen bunu nasıl yapabildin?” demişti.

 

asdads1

“Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan keskin kılıç yoktur” anlamında Cebrail(A.S)’in söylediğine inanılan söz…

Hüseyin bunun ardından ailesiyle beraber Mekke’ye gider. Mekke’de de Küfe halkından mektuplar almaya başlar. Küfeliler Hüseyin’e biat etmek istediklerini ve kendilerini Yezid’den belasından kurtarmasını istediklerini söylerler.  Ancak Küfe halkı geçmişte hem babaları Ali’ye, hem abisi Hüseyin’e verdikleri sözlerde durmamış ve aileyi sıkıntılara düşürmüştür. Hüseyin emin olamaz. Adamlarından Müslim’i duruma bir bakması için Küfe’ye gönderir.

Müslim Küfe’de Hüseyin’e karşı bir sevgi seli gözlemler ve Hüseyin için çok sayıda insanın da biatını alır. Hemen Mekke’ye mektup yazar ve Küfe’de kendisine karşı büyük destek olduğunu ve rahatlıkla şehre girebileceğini söyleyerek Hüseyin’in Küfe’ye gelmesini söyler. Ancak bu haber Yezid’in kulağına ulaşınca acımasızlığıyla ünlü Basra Valisi Ubeydullah Bin Ziyad’ı vali olarak Küfe’ye atar. Küfe’ye gelen Ubeydullah’ın ilk işi mevcut vali Numan’ın başını kesmek ve halka Yezid iktidarını dikte etmek olur.

Burada Müslim kendisine biat etmiş 30 bin kişi tarafından anında yalnız bırakılmış ve onlar tarafından yakalanarak Ubeydullah’a teslim edilmiştir. Ubeydullah valiliğin çatısında halkın gözü önünde Müslim’in boynunu vurdurmuş, insanlara bir mesaj vermek için de kesik başı mızrağa takarak sokak sokak gezdirtmiştir.

Bu haberi çok sonra alacak olan Hüseyin ise Küfe’ye gelmek için kadın ve çocuklardan oluşan 300 kişilik kervanı ile Küfe yollarındadır…

 

HÜSEYİN, AİLESİ VE BERABERİNDEKİLER İLE KERBELA’YA GELDİĞİNDE İSE KIYAMETE KADAR DÜNYA’YI ETKİLEYECEK BİR KATLİAMA MARUZ KALDI

Hüseyin Küfe yollarında karşılaştığı insanlardan neler olup bittiğini öğrendi. Müslim’in boynu vurulmuş, Ubeydullah Bin Ziyad Küfe’ye vali olarak atanmış ve bir çok insan da biatından caymıştı. Ubeydullah uygulamalarıyla adeta şehre gelirse neler yapabileceğinin mesajını Hüseyin’e gönderiyordu.

Hüseyin yola devam etti. Mekke’den yola 300 kişi kadar çıkan kervanı bu haberlerle birlikte Küfe’ye yaklaştıklarında yaklaşık 70 kişiye kadar düşmüştü.

Sonunda Hüseyin, 30 bin kişilik Yezid ordusu tarafından Kerbela çölünde durduruldu.

Tarihe geçecek olaylar işte bu çölde yaşandı. Peygamber ailesi Ehl-i Beyt’in kanı burada akıtıldı.

Yaşanan olaylar inanılacak gibi olmadı. Hüseyin’e karşı savaşanlar İslam’ı şahlandırmak adına Allah’a sığınarak ve peygambere salat ve selam göndererek peygamberin ailesini çölde yok ettiler. Yaşanan savaş sonrasında Hüseyin’in başı kesilerek bir sandık içerisinde Yezid’e gönderildi. Ubeydullah’ın emriyle de ölü bedeni atlara çiğnetildi.

Makale konum Kerbela olsa konuyu detaylıca uzun uzun anlatırdım. Ancak şimdi kısa geçiyorum.

Sonuçta Yezid’in ordusu Hüseyin’i, ailesini ve beraberindekileri kıstırdıkları çölde önce günlerce susuz bırakmış, ardından da Hüseyin başta olmak üzere kervanın bütün erkeklerini savaşta öldürmüştü. Çadırlarını ateşe vermiş ve kadınlarla çocukları zincirleyerek Yezid’in sarayına götürmüştü. Burada aileye çok kötü muameleler yapılmıştır. Yezid’in bunu yapmasındaki amaç Hüseyin’in destekçilerinin ne hale düştüğünü gösterip kendilerine duyulan itibarı kaybetmelerini sağlamak içindi.

Ailenin saraya getirilmesiyle birlikte sorguya çekildiler. Yezid tarafından sorgulanan esirler arasında Ali’nin kızı ve Hüseyin’in kız kardeşi Zeynep’te vardı. Zeynep’in burada Yezid ile ciddi tartışmalar içine girdiği ve Yezid’i tartışmalarda alt ettiği bilinir. Devamında tutuklu olarak Şam’da tutulurlar. Fakat zaman içerisinde halkta bu konuyla ilgili kıpırdanmalar olunca Yezid olabileceklerden korkarak aileyi Şam’dan uzaklaştırır ve Medine’ye gönderir. Zeynep bu konuyu gittiği her yerde anlatmış ve insanlara yaşadıklarını söylemiştir. Akabinde bu olaylar ve hikayesi tüm coğrafyaya kısa süre içerisinde yayıldı.

Halk genelinde Yezid’e karşı bir nefret yükselmeye başladı. Zaten Yezid’de sonrasında çok yaşamadı…

 

YAŞANANLAR TARİHE YAYILDI VE BU GÜN “AŞURE GÜNÜ” OLARAK İLAN EDİLDİ

Kerbela olayının yıldönümleri Şii ve Alevilerde Muharrem Orucu tutmanın yanı sıra çeşitli ritüellerle geçer. Olay Muharrem ayı içerisinde gerçekleşmiştir ve savaşların yaşandığı 10. Gün özellikle bu ayda çok önemlidir. Bu günde ağıtlar yakılır. Yas tutulur. Hikaye gösterimlerle sahnelenir. Toplantılarda dile gelir ve gruplar kendi içlerinde bunu konuşurlar.

Hüseyin’in davası ve hayata neden veda ettiği anlatılır.

 

İSLAM’DA ARTIK MEZHEP AYRILIKLARI BAŞLARKEN…

            Toparlarsak…

Hz.Ali ile Muaviye arasında gerçekleşen Sıffın Savaşı sonrasında İslam Devleti ikiye bölündü. Hz.Ali’nin yönetiminde merkezi Küfe’de olan ve Muaviye’nin yönetiminde merkezi Şam olan iki ayrı devlet kurulmuştu. Hz.Ali’nin bir harici tarafından öldürülmesi ve halifeliği Muaviye’nin Hasan’dan almasının devamındaki süreçte Hz.Hüseyin Kerbela’da Muaviye oğlu Yezid tarafından öldürüldü ve bu olaylar İslam’ın kendi içinde ayrılmasının temel nedenlerinden birisi oldu. Farklı farklı inanışlar, mezhepler ve gruplar çıkmaya başladı.

İnsanların bunlardan hangisine(mezhebe) inanmasında inanç tamamen bağımsız bir rol oynamaz. Din her zaman ekonomik, askeri ve siyasi ilişkiler ile de iç içe olmuştur. Bölge coğrafyası içindeki topluluklar bazen baskıyla, bazen özgürce bazen de tamamiyle ekonomik nedenlerden ötürü farklı mezhepleri baz alarak İslam inancını seçiyorlardı. Önderler de toplumlarını yönlendirmede bu faktörü kendileri için kullanabiliyorlardı.

Hz.Muhammed zamanında insanlar aralarında anlaşmazlığa düştükleri konuları doğrudan kendisine iletebiliyorlardı. Peygamberin aracılığıyla meseleler çözülüyordu. Fakat Hz.Muhammed sonrası süreçte insanlar bu konuda bir yönetim ve danışma boşluğuna düştüler ve İslam’da bu arada farklı coğrafyalara yayılmaya başlamıştı. Yeni coğrafyalarda İslami düşünce tek merkeziyetçi olarak yürümedi. Yönetimleri için din bazlı yeni karar sistemlerine geçtiler. Gücü ele geçirenler dini arkalarına da aldılar. Kendi kararlarını Allah’ın da buyruğu şeklinde verdiler.

Sonuçta da başka başka inanışlar ve sistemler ortaya çıktı. İşte İslam ayrışmalarının temelindeki mevzu budur…

Sözü fazla uzatmadan biz asıl konumuza dönelim.

 

ALEVİLİK NEDİR? KİME ALEVİ DENİR? NE İSTERLER?alevilik-bektasilik

Alevilik, genel itibariyle itibariyle peygamber ailesi ile onlarla birlikte olanlar anlamına gelir. Arap dilinde ise Ali’ye mensup anlamını içeriyor. Tasavvuf edebiyatı ve mezheplerin tarikat tarihinde ise Ali’nin izinden giden, Ali’nin yolunda olan ve Ali’ye mensup anlamına gelir. Kısaca Ali’yi seven, sayan, her hususta da ona bağlı olan kişilerdir. İmam olarak Ali’yi sayarlar.

Alevilerin kendini tanımlaması ise şu şekilde oluyor..

“Eline, beline ve diline sahip olan, büyüklerini sayıp küçüklerini seven, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmayan, anaya, babaya, akrabaya ve komşusuna saygı gösteren, kadın ile erkeği eşit tutan, bütün insanları Allah yarattığından ötürü seven, her türlü iyiliğin Allah’tan geldiğine inanıp her türlü kötülüğü nefsin emrettiğine inanan, alçak gönüllü olmayı ilke edinerek başka insanları da kendisinden üstün görendir.”

Genel bilinirliğe göre Alevilik, Kuran’dan sonra Hz.Muhammed, Hz.Ali ve Ehl-i Beyt’in içtihatlarına öncelik veren, insanlar arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin bütün insanları kucaklayan bir İslam düşüncesi olduğu belirtilmektedir.

Aleviler için Hz.Ali’nin imamlığı esastır. İlk üç halife Ebubekir, Osman ve Ömer sıralamasını kabul etmezler. Allah, Muhammed, Ehl-i Beyt ve 12 imam sıralamasını takip etmektedirler.

Takip ettikleri 12 imamlar kimlerdir?

garherafewffw

ALEVİ İNANCINDA 12 İMAMLAR

ANADOLU ALEVİLİĞİ

Alevilik insancı Anadolu’nun Müslümanlaşması sürecinde büyük etki bırakmış olan Hoca Ahmed Yesevi, Ebu’l Vefa, Baba Haydar, Hacı Bektaş-ı Veli, Ah-i Evran, Taptuk Emre, Yunus Emre ve Abdal Musa gibi önde gelen isimlerin fikirleriyle şekillenmiştir. Ayrıca Alevilik olgusuna Hallac-ı Mansur, Seyyid Nesimi, Şah İsmail, Pir Sultan Abdal ve Abyar Sultan’da ayrı bir katkı vermiştir. Anadolu’da Aleviliğin yaygınlaşmasına Şah İsma-il Safevi büyük katkı vermiştir ve Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş-ı Veli ve ozanlar sayesinde hayat bulduğuna inanılır.

Anadolu Aleviliği 12 İmam ile birlikte Batınilik, Hurufilik, Yunan Felsefesi, Şamanlık ve İslam Tasavvuru gibi çok çeşitli inanç, düşünce sistemlerinden etkilenerek gelişti ve bugünlere kadar geldi. Ayrıca Anadolu Aleviliği’nin siyasi bir tarafı vardır.

Anadolu Selçukluları Dönemi ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sürecinde “Ahilik” Anadolu’da ki sosyal yaşamın gelişmesine büyük katkılar vermiştir. Çünkü Ahilik Teşkilatı kendi kural ve kuruluna sahip olan iyi ahlak, doğruluk, kardeşlik ve yardım severliğin olduğu bir sosyo-ekonomik düzendi. Kırşehir’de yaşayan Ahiler’in reisi Ahi Evran ile Hacı Bektaş-ı Veli’nin dostlukları vardı.

İslam’ın sünnet doktrinine dayalı olan Sünni ideolojiyi Emevi, Abbasi, Selçuklu ile Osmanlı geliştirerek uygulamıştır. Din, devlet yönetim sistemi içerisinde siyasi olarak çok önemli bir yere sahiptir. Şah İsmail’de kendi yönetimini kuvvetlendirmek için Şii-Alevi ideolojisine sarılmıştır. Bazı tarihçilere göre eğer İsmail ideolojisinde başarılı olsaydı, Aleviliğin özgürlükçü yapısı tarih sürecinde şimdiye kadar kaybolmuş olacaktı. Çünkü büyük güçlerin din yorum ve uygulamaları daima baskı üzerine kurulur.

Selçuklular ile Osmanlılar Arap-İslam örf ve adetlerine dayalı bir Sünni inancı benimsemişlerdi. Çağrı Bey ve Turgut Bey 11. yüzyılda Abbasi Halifesi’nin hizmetine girdiklerinde de yönetime geldiklerinde de Emevi-Abbasi geleneğine bağlı kalarak teokratik bir yönetim sürdürdü.

Türk tarihinde Aleviliğin oluşma ve gelişmesinde çeşitli olaylar bulunuyor. Şeyh Bedrettin Olayı, Babai Ayaklanması, Çaldıran Savaşı, Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim çekişmesi, Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması gibi olaylar bunlardan bazılarıdır. Yavuz ile İsmail arasındaki çekişme zaten en belirleyici ve büyük önem taşıyanıdır.

Osmanlı Devleti içerisinde Alevilere karşı yürütülen asimilasyon politikaları çoktur. Cemevleri’de devlete karşı muhalefet merkezleri haline gelmiştir.  Şeyhülislamların fetvalarına dahi konu olmuşlar, “katilleri vaciptir” hükümleri almışlardır.

Alevilikte bugünkü halini Anadolu’dan aldığı için diğer kültürler ile arasındaki etkileşim de fazlaca yaşanmış. Mesela türbelere bez parçaları bağlama davranışı Sünni ve Alevi toplumların ikisinde de görülür.

Hiç şüphe yok ki Hacı Bektaş Veli Anadolu Aleviliğinin oluşmasında en büyük etkendir. Veli Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra bölgede büyük saygınlık kazanmış ve Müslüman olmayan insanları da İslam’a davet ederek bu dine geçmelerini sağlamıştır. Böylece uzun vadede Anadolu’da Türk-İslam olgusuna büyük katkısı oldu. Ayrıca Hacı Bektaş Veli Anadolu’da “dedelik” sistemini başlatarak Türk boylarını birbirine bağladı ve bugün bile toplumda etkisi önemli bir şekilde süren bir sosyal kontrol mekanizması kurdu. Ayrıca Bektaşilik örgütünü de kurmasıyla aileden Alevi olmayan, ihtiyaç sahibi insanların da eğitim ve bakımını üstlendi. Bu şekilde çok büyük bir kitleye ulaşabilmiş ve onları etkilemiştir.

Aleviliğin temelinde Allah sevgisi bulunur. Yerden göğe kadar her şey onun eseri olduğu için de insan sevgisi büyük önem taşır. Alevi inanışı içerisinde genel ibadetlerden daha çok insan ilişkileri vardır. İnsana karşı ilişkilerini yanlış yürüten, olumsuz ve kırıcı yapanlar gerçek mümin olamaz.

Mehdi inancı Sünni İslam’da olduğu gibi Alevilikte de vardır. Aleviler’ de Sünniler gibi Mehdi’nin bir gün geleceğini, Dünya’da ki adaletsizlikleri ortadan kaldırarak doğrulukla birlikte yeni bir sistem kuracağına inanırlar.

Anadolu’nun çok kültürlü yapısı vardır. Bu çerçevede Aleviler diğer kültürleri hem etkileyerek, hem etkilenerek günümüze kadar gelmiştir.

 

2000’LER TÜRKİYE’SİNDE ALEVİLER 

Öncelikle şunu da belirteyim ki böyle konular tek bir makale ile anlatılamaz. Yaşamın kendisi olduğu için konu hem derindir, hem tehlikelidir. İyice araştırmak, anlamak, gözünüzle görmek, konunuzun içerisindeki ilk gözden insanlarla konuşmak, çok fazla okumak ve üzerine düşünmek gerekir.

Bu yazıyı yazma amacım Aleviliği ne övmek, ne de yergisini yapmaktır. Bu bir gazeteciye zaten yakışmaz…

Ben olayı anlama ve anlatmanın peşindeyim…

Çünkü vatandaşı olarak Türkiye’ de ki hayatın genel sistemini hepimiz anlamak zorundayız. Yaşadığımız problemler iletişimsizlikten kaynaklı. Anlamadan hüküm vermek, karşı taraf olarak gördüğü insanları sevmemek, önyargıyla hareket etmek durumu maalesef ki toplumda çok fazla var.

Bunu iletişimle çözeceğiz. Karşımızdaki insanı tanıdığımız zaman onu anlayabiliriz. Ancak onu anladıktan sonra saygı ve sevgi gösterebiliriz. Birlikte yaşamanın temel katıdır bu. Anlamak.

Ben sadece anlatmak istiyorum ve anladıklarımı anlatmak.

Her neyse… Devam edelim…

 

TÜRK TELEVİZYONLARININ EĞLENCE KÜLTÜRÜ MEDYASINDA ALEVİLER

Türk televizyonları yıllarca devlet tekelinde kaldı. TRT insanların haber alma noktası oluyordu.

Her darbe girişiminde öncelikle TRT yayınlarına el konulması adettendir. Son olarak FETÖ’cü askeri cuntanın Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne karşı 15 Temmuz’da ki başarısız kalkışmasında bile böyle oldu. Meclisi dahi bombalayarak sivil insanları öldürdüler. Kalkıştıkları işi televizyondan duyururken de öncelikle TRT’ye gittiler. Tek kanal darbesi yaptılar yani. Tutmadı…

Çünkü bu konuda unuttukları 26 yıllık bir nokta var…

İlk özel kanal olan Star TV 1990’da yayın hayatına başladı… Yani halkın haber almasını tek pencere devlet kanalından alma devri biteli tam 26 yıl oluyor. Askerlerin TRT’den darbe bildirisi okuttukları sırada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da CNN TÜRK’e akıllı telefon üzerinden canlı bağlanarak halkı sokaklara inmeye çağırdı. Sonuçta halk Erdoğan’ın çağrısıyla sokaklara inerek darbecilere karşı mücadele verdi ve başarısız olmalarıyla birlikte teslim olan cunta da darbe girişiminin arka plandaki kadrosu ile de beraber hapsi boyladı…

Anlatmak istediğim nokta şu. Medya benim perspektifime göre Türkiye’nin en büyük sosyal kuvveti. Alevi olgusuna değinen, binlerce insanı ayaklandıran argümanlar görüldü bu ekranlarda… Hem de eğlence sektöründe…

Neler mi oldu?

 

GÜNER ÜMİT KIZILBAŞLIĞI ENSESTLİKLE BİRLEŞTİREN GAFA İMZA ATINCA…

Güner Ümit Olayı’nı hatırlar mısınız?

492011-guner-umit

Güner Ümit ile Turnike

Yıl 1995… Neoliberalizmin Türkiye’ye yeni yeni giriş yaptığı ama henüz belli başlı değerleri yemediği yıllar…

Türkiye’de özel televizyon yayıncılığının başladığının beşinci yılında, Türkiye’nin ilk özel TV kanalı olan Star TV’ de Güner Ümit Turnike isminde bir eğlence programı sunuyordu. Çok izleniyordu. Ratingleri zirveydi…

Ancak bir gün programında hamile kılığına girmiş bir kadınla olan konuşmasında TV hayatını bitirecek cümle söyledi.

Kısaca anlatayım. Hamile kılığına girmiş bir kadın Güner Ümit ile beraber kameraların karşısındadır. Güner Ümit kadına çocuğun kimden olduğunu sorar. Kadın “senden” der. O da “benden mi?” diye sorar. Kadın da “yok babamdan” der. Güner Ümit bunun üzerine espri yapmaya çalışma amacıyla hayatının hatasını yaparak, ensestlikle Kızılbaşlığı birlikte içeren bir ifade ile “yoksa siz Kızılbaş mısınız?” der.

Aleviler buna çok öfkelenir…

İşte bunun ardından Star TV’nin etrafında Güner Ümit’i linç etmek üzere toplanırlar ve kanalı şiddetli bir şekilde protesto ederler. Olaylar öyle bir hale gelir ki Güner Ümit o gece tam teçhizatlı komandolar tarafından korunmak durumunda kalır. Kanal hemen Ümit’in Turnike programına son verir. Bununla birlikte hakkında bir yargılama süreci de başlatılır. İşsiz kalır…

Güner Ümit o günlerden sonra bu gafı için bir çok portalda özürler dilese de Alevi toplumu tarafından affedilmedi.

Sonuçta programı yayından kaldırıldı ve o günden sonra televizyon hayatı bitti.

Konu hakkında bazı Aleviler de Güner Ümit olayının kendileri için uzun vadede iyi olduğunu söylüyorlar. Bu olayla birlikte Türkiye’de gündeme geldiklerini ve kolektif olarak hareket ederek büyük ses getirebildiklerini belirtiyorlar.

O günden sonra iş bulamayan Güner Ümit ise şu anda SGK’dan emekli olmuş ve gözlerden uzak bir şekilde hayatını devam ettiriyor.

Televizyon böyle gafları kaldırmaz. Argüman üzerinize yapıştı mı silemezsiniz. Tıpkı artık Sevda Demirel diyince aklınıza Hande Ataizi’nin gelmesi gibi…

Ancak Güner Ümit Alevileri sinirlendirme konusunda televizyondaki tek kişi olmadı. İkinci isim de zaten medyada Çarkıfelek programıyla sıkça duyduğumuz bir isim oldu..

 

MEHMET ALİ ERBİL’DE MUMSÖNDÜ GAFI YAPINCA…

Mehmet Ali Erbil bir gün Çarkıfelek programı içinde Erzincan’dan bir aileye canlı bağlanır. “Alo Erzincan alo” der ve karşıdan bir süre ses gelmez. Yarışmacılardan birisi de “onlar panik yaptılar orada” der. Mehmet Ali Erbil’de bunun üstüne “onlar ne yapıyorlar orada? Mum söndü mü oynuyorlar?” der.

Bunun üzerine Mehmet Ali Erbil’e de büyük tepkiler yağar. Türkiye ikinci bir Güner Ümit Vakası ile karşılaşmıştır. Hakkında davalar açılır, kanala cezalar gelir. O da ekranlardan bir süre uzaklaşır…

Ancak Mehmet Ali Erbil ne de olsa Güner Ümit’i tecrübe etmiş medyatik ve akıllı bir isimdir. Yanına habercileri de alarak Aleviler için kutsal olan Muharrem Ayı içerisinde Ankara’da ki Hüseyin Gazi Türbesi ve Cem Evi’ne gider. Orada Alevi Dedesi’nin huzurunda çıkarak hatasından dolayı tövbe eder ve affını ister. Dede, Erbil’in tövbesini kabul eder. Erbil Aleviler ile birlikte orada bir de iftar yapar ve sohbet eder.

133039

Mehmet Ali Erbil Cemevi’nde

Akşam Türkiye bu olayı Uğur Dündar yönetimindeki Star TV Ana Haber’de “Mehmet Ali Erbil Özür Diledi” özel haberi olarak izler.

Sonuçta Star TV’nin eğlence yayın akışı içerisinde Çarkıfelek programında gerçekleşen bu gaf olayı, yine Star TV’nin Ana Haber’inde Erbil’in özür dilediği haberleştirilmiş ve affedildiği gösterilerek konu kapatılmıştır.

Mehmet Ali Erbil günümüzde de medyada çalışmalar yapmaktadır. Güner Ümit’in başına gelenler Mehmet Ali Erbil’in ise başına gelmemiştir. Erbil affedilirken neden Aleviler Güner Ümit’i affetmemişlerdir..

Bunun nedeni ne olmuştu acaba… İnanın bende bilmiyorum…

Eğlence sektöründe yaptığınız gaflar ile birlikte herhangi bir toplumu rencide etmeniz inanın ki çok hızlı olabilir. Bunu siz dahi anlayamazsınız…

Hadi eğlence sektörü hızlıdır.

Ancak siyasete ne demeli?

 

SİYASETİN DÜŞKÜN ALEVİLERİ: 

YOL DÜŞKÜNLERİ : Demirel’in 1970 Bütçesine Olumlu Oy Verince Düşkün Olanlar…

Alevilerde hukuklarına aykırı davranan kişilere düşkünlük uygulanır. Toplumlarından dışlanırlar. Selamları dahli alınmaz. Sadece cenazeleri kaldırılır…

Cumhuriyet tarihinin siyasal sürecinde iki önemli düşkünlük olayı vardır.

İlk düşkünlük hikayesi 1970 yılında T.B.M.M’de yaşanmıştır.

Alevilerin temsil edildiği parti olan Türkiye Birlik Partisi’nin mecliste yedi milletvekili vardı.

Ancak partinin beş milletvekili, Birlik Partisi’nin Genel Yönetim Kurulu kararlarına aykırı davranarak 3.Demirel Hükümeti’nin 1970 yılı bütçesi için kararlarına olumlu oy kullandılar. Bu kararları ile partilerinin GYK kararlarına ters düştüler.

Bu davranış sadece parti içindeki sıkıntılar ile birlikte de Alevi toplumu içerisinde de çok büyük tepkiyle karşılandı. Bu milletvekillerinin oylarını kişisel menfaatleri çerçevesinde Demirel Hükümeti’nin lehine kullandıkları kanaati getirilmişti.

Sonuçta Birlik Partisi, meclis içerisindeki yedi vekilinden beş tanesini kesin ihraç istemiyle merkez disiplin kuruluna sevk etti. Kurul bu milletvekillerine yönelik Alevi Hukuku’na dayanarak yollarından döndüklerini gerekçe gösterdi ve “düşkün” olduklarını saptayarak 28 Mart 1970 tarihinde partiden kesin olarak ihraçlarına karar verdi.

İhraç edilen vekiller Ankara Milletvekili Hüseyin Balan, Sivas Milletvekili Hüseyin Çınar, Çorum Milletvekili Ali Naki Ulusoy, Tokat Milletvekili Yusuf Ulusoy ve Amasya Milletvekili Kazım Ulusoy idi.

Parti bu konuyu ayrıntılı bir şekilde kamuoyuna anlatmak için “Beş Yoldüşkünü” adında bir kitapçık ta çıkardı.

“Beş Yoldüşkünü” bu konuya dair meclisin tarihsel belgesi oldu.

Böylece Alevi toplumunun vereceği düşkünlük kararlarının siyaset içerisinde büyük öneme sahip olabileceği anlaşıldı.

Siyasi tarih içerisinde Alevilerin Türkiye Birlik Partisi’nin beş vekilini düşkün ilan etmeleri yanında yakın tarihimizde bir düşkünlük konusu daha yaşandı.

 

MUHAREEM AYI DÜŞKÜNLERİ: AK Parti’nin İftarına Katılanlar Düşkün İlan Edildi

Siyasal nedenlerle Türk Siyasi Tarihi’nde verilmiş olan ikinci düşkünlük kararının tarihi 2008 yılındadır.

Bu düşkünlük kararı AK Parti Hükümeti ile iş birliği içerisinde olan Aleviler için alınmıştır.

Güncel durumun içerisinde, Aleviler şu anda iktidarda bulunan AK Parti Hükümeti’nin Alevi sorunlarının çözümü için hiçbir adım atmadığını ve hiçbir girişimde bulunmadığını düşünüyorlar. Tam aksine bu dönemde Alevi sorunlarının daha fazlalaştığını düşünüyorlar. Asimilasyona maruz kaldıklarını belirtiyorlar.

AK Parti 2002 yılında iktidara gelmişti ve ilk 365 kişilik milletvekili kadrosunda hiç Alevi milletvekili yoktu.

Alevi kuruluşları, partinin görüşme taleplerini geri çevirdiğine ve konuyu geçiştirdiğine dikkat çekiyorlar. Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda Alevi sorunlarının yer almasını da AK Parti Hükümeti’nin yürüttüğü politikalara bağlıyorlar.

2007 yılında ise bu konu hakkında çalışmalar yapmaya başlayan AK Parti, Alevilere kendi içerisinde yer vermeye başladı. Ancak bunlar Alevi toplumunu tatmin etmiyordu.

Ardından 2007 sonbahar aylarında “Alevi Açılımı” başladı.

Alevi Açılımı’nın içeriği şu şekilde olacaktı;

  • Hükümet Aleviliğin devlette temsili için bir Alevi kurumu kuracak. Bu kurum Başbakanlığa başlı bir genel müdürlük olarak çalışacaktı. Kurumun bütçesi 2 milyon YTL olacak, kadro sayısı da 3 bin olacaktı.
  • Kurum bünyesinde ya da ayrı olarak kurulması planlanan Alevi Enstitüleri’nde Alevi Dedeleri’nin eğitimleri sağlanacak. Alevi Dedeleri ve zakirler de devletten maaş alacak.
  • Ankara ve İstanbul’da dergah büyüklüğünde iki Cemevi açılacak.
  • Hükümet 2008 yılı Ocak ya da Şubat ayı içerisinde Ankara’da Alevi Kongresi düzenleyecek.

 

AK Parti’nin bu “Alevi Açılımı” Aleviler tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Alevi kurum ve kuruluşları bu önerilerin hiç bir soruna çözüm getirmediğini, esas sorunlarının da yok sayılmış olduğunu ve AK Parti’nin bu yaklaşımının da Alevileri yedeklemek olduğunu söylediler.

Ayrıca AK Parti yine 2007 yılının sonlarında Avrupa Birliği’nin bu konu üzerinde yaptığı(gerek baskıcı, gerek zorlayıcı, gerek politik) çalışmalar sonucunda AK Parti Alevilerle bir iftarda buluşma kararı aldı. Ancak Alevi toplumu iftara tamamen karşı çıktı ve Alevilere karşı asimile politikaları ve hukuksuz uygulamaları gerekçe göstererek AK Parti ile uzlaşma ve diyalog yoluna gitmedi.

Basın olayı takip ediyor ve büyük yazarlar olayı köşelerine taşıyorlardı. Özellikle Radikal, Cumhuriyet, Sabah ve Akşam Gazeteleri bu olayı ana sayfalarında haberleştirmişlerdi.

Cem Vakfı ve çevresi iftara şartlı olarak katılacağını açıklarken Alevi kökenli pek çok kesim gazetelere ilanlar vererek AK Parti’yi protesto ettiler. AK Parti’nin Alevi değerlerine karşı saygı göstermediğini savunuyorlardı.

Bu günlerde Alevi Dedeleri ve kuruluşları yaptıkları basın toplantısıyla ortak bir açıklama sundu ve görüşlerini kamuoyuna açıklayarak AK Parti’nin düzenleyeceği Muharrem Ayı İftarı’na katılacakları “düşkün” olarak ilan edeceklerini söyledi. Yemeğe katılacak olan Alevilerin çok sert bir dille eleştirildiği bildiride AK Parti ve katılımcı Alevilere karşı sert söylemler vardı.

İftara Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılacağı açıklandı…

Sonuçta iftar yemeği 11 Ocak 2008 tarihinde Ankara Bilkent Otel’de gerçekleşti. Yemek basında yankı bulduğu gibi de olmuştu. Alevi toplumunun iftara davetlileri çok büyük bir oranda organizasyona katılmamış ve etkinliği de protesto etmişti.

Bu olayın büyümesiyle beraber Başbakan’da tartışmaya girdi ve Alevi kurum ve kuruluşlarına sert sözlerle yüklendi. İftar programına katılışının bazı kurum, kuruluş ve siyasi partiler tarafından spekülasyon  aracı yapıldığını ifade eden Erdoğan, bu kurumlara yönelik olarak “… alışkanlıkları var ve bunlardan nemalanıyorlar. Ama tabii mamalarını kestik. Mamalarını kesince rahatsız olanlar oldu” dedi. Bu sözlere de Alevilerden tepki gecikmedi. Onlar da Erdoğan’ın kendilerini siyasi bir rakip olarak gördüğünü ve onun için böyle konuştuğunu ifade ettiler.

Sonuçta AK Parti ve Aleviler arasındaki anlaşmazlıklar derinleşerek büyüdü gitti. Artık ne zaman çözüme kavuşur? İşte bunu zaman gösterecek…

Bu konu hakkında düşünce kuruluşu SETA’nın da beğendiğim bir makalesi var. Linkten okuyabilirsiniz… http://arsiv.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=12437&q=alevi-kimlik-siyaseti-ve-ak-parti-nin-alevi-acilimi

 

YIL 2016… 

alevis_in_turkey

Türkiye’de Alevi Nüfusun Dağılımı (Kırmızı Noktalarla İşaretlenmiştir)

Sonuçta Aleviler Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir parçasıdır. Alevilik bu toplumun bir gerçeğidir.

Modern Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte herkese eşit vatandaşlık hakkı getirilmiştir. Osmanlı zamanında dışlanan ve kötü muamele gören Aleviler, Türkiye Cumhuriyeti’ni bu yüzden sahiplenmişlerdir…

Türkiye gelişmekte olan bir devlettir. Ancak maalesef ki üç yanı denizlerle çevrili güzel ülkemizin dört yanı savaşlarla ve acılarla doludur.

Birbirimizi sevip saygı duymaya başladığımız, anlamaya başladığımız gün Dünya barışı olacak ve bu barışa giden yol da bizim ülkemizden başlayacaktır.

Çünkü dışarıda başarı, ilk önce içeride başlar…

—-                              —

Ha bu arada unutmadan…

Bizim Alevi kız, arkadaş oğlan tarafından neden sevilmiyordu?

Sanırım siz de artık nedenini anlıyorsunuz…

 

Yorum bırakın